Çevir kazı yanmasın, aman yâran ağalar uyanmasın(!)
Evvel
zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken,
birileri Çangırılıların beşiğini tıngır mıngır sallar iken, aşağıdan:
- Tutun ha, vurun ha! diye bir gürültü kopmaz mı?
- Eyvah, dedim. Şimdi bunlar susmazlar, uyuyan devi uyandırırlar..
İki kalktım, bir hopladım, yedi yüz kilometreyi bir çırpıda atladım.
Baktım; bir kuru kalabalık.
- Nereye gidiyorsunuz böyle, dedim.
- Zayde Hala’dan masallar dinlemeye, dediler.
-Masalcı Zayde Hala benim babannem olur, kış geceleri ocak başında çok
mesel dinlemişliğimiz vardır. Gelin babannemin mesellerini bir de benden
dinleyin, dedim. Masal ve de mesel meraklılarının hepsi gelip yamacıma
dizildiler. "Başlar mısın başlayalım mı? Karagözün evini taşlayalım mı?”
diyerek, tempo tutup el çırptılar.
Buyurun, başlayalım masalımıza…
Pireye vurdum palanı yedi yerinden çektim kolanı.
Karıncaya bindin deveyi kucağıma aldım.
Tozu dumana kattım vardım gittim, Yeniceköylü Kadir Ağanın İmaret'teki
hanına, oradan bir at aldım dorudur diye, o at anlıma tepti geri dur
diye...
Büyük Caminin minaresini belime soktum borudur diye…
Taş Mescid'e attılar beni delidir diye…
Babannem, dedi ki; “bu onun eski huyudur”
Bereket inandılar şimdilik beni saldılar.
Var varanın, sür sürenin, baykuşu çoktur viranenin, selamsız, destursuz yaran ocağına girenin…
O yalan bu yalan fili yuttu bir yılan; Bu da mı yalan?
AYER ZELA
Vaktiyle memleketin birinde Zela adında çokbilmiş bir kadın varmış. Bu
kadını tanıyanlar ona Ayer Zela da derlermiş. Ayer Zela o memleketin
beylerinin, paşalarının hanımlarına, kızlarına dil dersi verirmiş.
Paşalardan birisinin kerimesi, o memleketin tellalını severmiş. Ayer
Zela bunu öğrenmiş. Bir gün gene ders vermeye gitmiş konağa. Paşanın
konağında kazlar, ördekler “vak vak vak” bağırışırlarmış.
Biraz safça
olan paşanın kerimesine, Ayer Zela;
-A hanımım bu kazların, ördeklerin gürültüsünü neden çekiyorsun, demiş.
-Ne yapayım Zela Hanım?
-Onları bana ver de, ben onlara dil öğreteyim!
-Kazlar, ördekler dil öğrenir mi?
-Tabi öğrenir, siz öğreniyorsunuz ya, onlar neden öğrenmesin? Hem ben onları bir dil öğreteyim sen de gör, demiş.
Paşanın kerimesi.
-Peki, al götür, demiş.
Ayer Zela kazların, ördeklerin her gün birini kesmiş yemiş. Aradan aylar geçmiş, paşanın kerimesi sormuş.
-Kazlar, ördekler ne yapıyor?
Ayer Zela;
-Pek güzel dil öğreniyorlar, hizmetçileri odadan çıkarın da size anlatayım, demiş.
Paşanın kerimesi hizmetçileri, odalıkları dışarıya çıkarmış. Odada kimse kalmayınca, Ayer Zela;
-Ördekler iyi öğreniyor da, kazlar arada bir bazı şeyler söylüyorlar.
Ne yapsam onlara bir türlü dil öğretemedim. Her gün; “Dil lala, dil
lala, bizim hanım paraları yedirdi tellala” diyorlar da başka bir şey
demiyorlar, demiş.
-Aaaa o ne demekmiş? Aman Zela Hanım paşa babam duymasın, kazları da, ördekleri de sakın buraya getirme, kes ye, afiyet olsun.
Aradan zaman geçmiş, kazların, ördeklerin kimi "yaren kebabı" olmuş, kimi fırında kızarmış, sonunda hepsi afiyetle yenmiş.
En sonunda tek bir kaz kalmış. Ayer Zela ile Lalası son kazı
pişirirken, paşa da derin uykulardaymış, nar gibi kızaran kazın kokusu
tüm memleketi sarmış, derin uykudaki paşa, kızarmış kaz kokusunu alınca,
bir sağına bir soluna dönmeye başlamış, Ayer Zela, Lala’sına usulca
seslenmiş.
-Lala, çevir kazı yanmasın, aman yaran ağalar ve de paşa uyanmasın...
...
Ol memleketin uyuyan güzelleri aman, sakın uyanmasın…
Yetti gayrı; uyuyan güzeller uyansın, yarenoğlanları da olsun nadim..
Hemşehrileri hayırla ansın onları, olsun dost kadim.
"Ebced Memed" hesabı ile düşürdü bu tarihi “Elekçi İbrahim”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder