24 Şubat 2016 Çarşamba

Çarşamba pazarının mazide kalan o "çemen" kokusu…

Çarşamba pazarının mazide kalan o "çemen" kokusu…
1960’lı yıllarda, benim çocukluğumda, Çankırı’da Çarşamba pazarı Büyük Camii çevresine kurulurdu, Tahtaköprü’den, İmaret’e kadar, tezgahlar iki geçeli sıralanırdı.
“Pamuklandı mıydı kavaklar, Dümelli Kirazı gelirdi ardından”
Daha sonra, sonbahara doğru, Büyük Camii üstünden, Tahtaköprü’ye kadar, Kızılırmak kavunları, turşuluk kelekler, yeşil, iri yuvarlak taneli Çavuş üzümleri, ekmek ayvası, sarı “Kalaycık” ayvası tezgahlara dizilir, müşterisini beklerdi.
Büyük Cami karşısındaki Cumhuriyet Eczanesi (şimdiki Adnan Tolon’un berber dükkanın üstü) ve Hancı İsmail’in hanı civarında, Karaköprü ve Festikan bahçelerinden gelen, şiirlere bile konu olmuş, Çankırı’nın, “yaldızlı mor patlıcanları”, o günlerde organik miydi, değil miydi diye hiç kafa yormadığımız, her biri kaldırım taşı gibi domatesler ve Dızlar Değirmeninin savağından artan buz gibi su ile haftada iki kere suvarılan, incecik, çıtır çıtır, yemyeşil tatlı sivri biberler ve meşhur “Karaköprü hıyarı” meraklısına hazırdı.
İmaret Camii ve civarında ise, yakın köylerden gelen, üzerinde su damlacıkları hala parlayan tuzsuz tereyağları, torba yoğurtları, kalaylı bakır “Debni” veya “Bakraç” içinde Manda (Kömüş) yoğurtları, kamış sepetler içinde halis köy yumurtaları ve yine meşhurlardan “küpecük peyniri” imarette, güzellerin yolunda” arz ı endam ederdi.
Çarşambadan çarşambaya her hafta sanki bir festival, sanki bir bayram vardı Çankırı’da, tezgahların önünden geçit merasimine katılmış çocuklar gibi ciddiyetle geçer, tam tören bitti derken bir yerlerden bizi çeken bir koku belirir, bu koku o derece yoğundur ki, istemeden o tarafa yönelirsiniz. Eğer çok küçükseniz, elinden tuttuğunuz büyüğünüzü o yöne doğru sürüklersiniz, yok kendi başınaysanız, zaten çoktan oradasınızdır.
Peki, neyin peşindesinizdir?
Nedir o koku?
Çankırılı olup da çemeni bilmeyen var mıdır, acep?
Çemenci Hacer Teyzeyi hatırlayanınız var mı?
Kaç kuşak Hacer Teyzenin yaptığı çemenle büyüdük?
Çocukluğumuzda kahvaltıda, kuşluk vaktinde, öğle, ikindi, akşam ve gece sofralarımızın baş tacıydı, bir dilim ekmek üzerine sürülmüş çemen.
Gece yarılarına kadar devam eden, Tatlıçay gezmelerinde acıkınca, evi yakın olanlardan biri, bi koşu gidip ekmek arası çemen hazırlar, arkadaşlarına ziyafet çekerdi.
Evimiz Kastamonu Caddesi üzerinde olduğu için, çoğu gece çemen ekmek ziyafetini genelde ben verirdim. Fikret Tatlıcı şahittir, ona çok ziyafet çekmişliğim vardır.
Kokmazdı..!
O ilk gençlik günlerinde, ramazandan önce annemle pazarlık ederdim; “Temşütte yağlı ekmek yapmazsan oruç tutmam” derdim. Malum yağlı ekmek tok tutar.
Hem Çarşambadan önce bitmemesi için, (malum o gün pazar, ancak o gün çemen alınabiliyor,) hem de ertesi gün susatmaması için yağlı ekmeğe Hacer Teyzenin çemeninden çok az sürmeye çalışırdım. Yanında kızılcık ekşisi ile on beş, on altı tane çemenli yağlı ekmek yediğimi bilirim.
Kokmazdı..!
Otuz ramazan, yağlı ekmek, çemen ve küpecük peyniri olduktan sonra, bayram çabucak gelirdi.
O günlerde gençler teravih namazı için Jet İmamın camisini tercih ederlerdi, cemaatin çoğunlu, iftar temşüt arası muhakkak çemenli bir şeyler yemiş olurdu.
Kokmazdı..!
O günlerde klozet yoktu, İmaret de ve Mühlis Tepesinde algun deliği kocaman olan umumi helalar vardı.
Kokmazdık..!
Bir zaman geldi, baktık ki tuvalette, vücudumuzda çemen kokmaya başladı. İthal, pahalı parfümler bile kâr etmedi.
Bu cennet taamının ne zaman kokmaya başladığını hatırlayanınız var mı?
Ne zaman kokmaya başladı?
Hangi kültür darbesi sebep oldu?
12 Eylül mü?
Klozetin icadı mı?
Marketlerde satılmaya başlaması mı?
Hacer Teyzenin Çemeni ile büyümüş bizlerin, bu çemeni bilmeyenlerle yaptığımız evliliklerin sonrasında mı?
Çankırılı olamayan eşimin, bol ceviz, biber salçası ile halis zeytinyağını karıştırarak yaptığı ve adına çemen dediği şeyin, Hacer
Teyzenin Çemenine benzememesiyle mi?
Ne zaman kokmaya başladı?
Biz ne zaman Çemenci Hacer Teyzeyi ve değerlerimizi unuttuk, o gün kokmaya başladı.
Şimdi artık çemenler kokuyor, biz kadir kıymet bilmez insanları kokutuyor….

12 Şubat 2016 Cuma

"Alooo, Yaran Kebap Evi mi?"

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, birileri Çankırılının beşiğini tıngır mıngır sallar iken, aşağıdan:

- Tutun ha, vurun ha!.. diye bir gürültü kopmaz mı?

- Eyvah, dedim. Şimdi bunlar susmazlar, uyuyan devi uyandırırlar.

İki kalktım, bir hopladım. İzmir, Çankırı arası 700 km’ yi bir çırpıda atladım.

Baktım; bir kuru kalabalık.

- Nereye gidiyorsunuz böyle, dedim.


-Çankırı’ya, Alo Akçaabat köfte evi açılmış, yemek çeşitleri son günlerde moda olan açılıma uygun mu uygun. Açılan açılana, saçılan saçılana, aşçı başı da yaman mı yaman.

-Yemek listesinde neler var, dedim.

-Başlangıç olarak Akçaabat Köftesi, ara sıcak Bursa İskender Kebabı, tatlı olarak da, Aydın Yemişi var, daha sayalım mı, dediler.

-Çankırı Yaran Kebabına ne oldu, dedim.

-Maalesef o artık çok meşhur oldu, televizyonlara, revü kızları ile şovlara çıktığından beri onun adı değişti; hani “o şimdi asker” derler ya, onun gibi o şimdi, “Köçek Kebabı”!

-Yeni aş evinde bize dayatılan bu tadına alışamadığımız yemekleri yemeye mecbur muyuz? Hem benim ağzım yabancı yiyeceğe, içeceğe alışkın değildir. Cennet taamı da olsa yiyemem, dedim.

-Çankırılının üstüne, Sarıbaba’nın ölü toprağı serildiğinden seslerini çıkaramazlar, hem İlbay Paşa dalkavuklarının ağzı Vali Kebabına alışkın, bu güne kadar hapur hupur yediler, bundan sonra da yerler, sen canını sıkma, dışarılıklı Çankırılı olarak sen de alış, dediler.

-Aldım sazı;
“Bu bir rıza lokmasıdır, Yiyemezsin demedim mi?” dedim…

-Israrlar karşısında; “Madem öyle, su içeyim baylı” bu mecburiyet lokantasında başka neler varmış, dedim.

- Neler yok ki, dediler!”

Listenin baş tacı Vali Kebabı imiş, başlangıç olarak sunulan İlbay Paşa sosu ile marine edilmiş Akçaabat Köftesini yemeyeni önce sıygaya, daha da akıllanmazsa kulaklarını çekerlermiş! Ziya Paşa ne demiş? “Nush ile uslanmayana etmeli tekdir, tekdirle uslanmayanın hakkı kötektir.” Akıllı olmalıymışım…

Ara sıcak olarak ise halis muhlis tereyağlı Bursa İskender Kebabı varmış. “Yok, ben Bursa İskender’ini sevmem” diyene eziyet olsun diye; Çangırı şivesi ile “Bursalı mısın kadifeli gelin, Tatlı Çaydan mı geçtin” türküsünü çığırtırlarmış. O da yetmezse, burulmuş koç yumurtası esas vaziyetinde, İstiklal marşının tamamını söyletirlermiş.

Aşevinin camekanında bir tatlı varmış ki, (bir hışımla geldi geçti peh peh peh), kıskanan, sulanan ağızlara layık (laik değil) bu tatlı üzerine Handırı Cevizi serpilmiş, Aydın Yemişiymiş. Bu ballı, kaymaklı Aydın Yemişi, Şekerci Fikri’nin İmaretteki dükkanında imal ettiği latilokum ile birlikte servis edilirmiş.

Çorbanın yemeğin başında mı, sonunda mı içileceği bu memlekette hala tartışıladursun, listede öyle bir çorba varmış ki; Göze fer, kana kuvvet batna cila, topuğa derman, zihne küşayiş veriyormuş, say ki Çankırı’nın Toyga Aşıymış mübarek!

Bu arada;
Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek, 700 km öteden, hariçten gazeller okuyarak ve de yalın ayak başıkabak koşarak, vardım çıktım erik ağacına, onda yedim Yeniceköy Çördüğünü, al gözüm İbrahim dedim, seyreyle Çankırı çorbacısının hali pür melalini.

Lahavle çekip yola devam ettim ;

Pireye vurdum palanı yedi yerinden çektim kolanı.

Tozu dumana gattım vardım gittim, Bastaklı’nın Hanına, (yarenler aldı sazı; “Bastaklı’nın hanında heybem kaldı damında” deyü türkü çığırır) o handan aldım bir at dorudur diye, o at anlıma debdi geri dur diye...

Böyük Caminin minaresini belime soktum borudur diye…
Taş Mescid'e attılar beni delidür diye…

O yalan bu yalan fili yuttu bir yılan; Bu da mı yalan?

Çocukluğumuzda bize böyle masallar anlatan rahmetli babaannem, dedi ki; bu onun eski huyudur…

Bereket inandılar şimdilik beni saldılar.

Neyse uzatmayalım masala başlayalım.


Çevir kazı yanmasın aman İlbay Paşam duymasın.
(devamı var mı?)

Merak edene:
T.C. Anayasası  
VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti
MADDE 25.  Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti
MADDE 26.  Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir