26 Ocak 2016 Salı

Çarşamba Havaalanında bir Çankırılı...


Evliya Çelebi gibi dilim dönmediği için şefaat dilerken, seyahat dilemiş olacağım ki geçen sene epeyce gezdim.

Malum son yıllarda uçak biletleri şehirler arası otobüs bileti fiyatına yakın, o nedenle de genellikle hava yolunu tercih ettim.

Sadece Çankırı’ya giderken sıkıntı çekiyorum. Esenboğa’da in, karşı yoldan Ülker’in tarafına geçmek için “Duvara vurdum kazmayı Amman Alim…/” oynayan yaren ağalar gibi “protokol yolunu” hoplaya zıplaya aşmaya çalış, Ülker Fabrikasının önünde, köşede lambanın altında bekle, gelen geçen arabaya otostop çek.

Çankırı Otobüsleri artık “ördek” almıyormuş, duymuş muydunuz?

Eskiden öylemi idi? Kırk kişilik otobüste seksen kişi ile giderdik.

Hiç unutmam bir keresinde arka kapının eşiğindeyim, muavinle de usuldan, yavaştan iyicene ahbap olduk. Ahbaplıktan cesaret umarak su isteme gafletinde bulundum. “Ne o ağabey yağlımı yidin” dedi. O gün bu gündür kimseden su istemedim.

Bu arada, milletvekili adaylarımızın dikkatine, kim seçim vaadinde Çankırı’ya havaalanı yaptıracağım derse oyum ona olacak, haberleri olsun, şimdiden.

Son zamanlardaki bu uçak seyahatlerimde bende başka bir hastalık başladı. Uçak isimlerine merak saldım.

Geçtiğimiz yıllarda www.cansaati.org da görmüştüm. Havaalanında çalışan bir hemşerimiz “Çankırı Uçağı” ile fotoğraf çektirmişti.

İşte o gün ahdetmiştim; o uçağı bulacaktım ve o hemşerimiz gibi bende, ucunda Çankırı yazan uçakla fotoğraf çektirecektim. O gün bu gün ne zaman bir uçak görsem burnunun ucundaki yazıyı, ismini görmek için kafamı uzatırım.

Merak bu ya! Uçağa binmeden önce hava alanı penceresinden, ya da binerken körüğün ucundan uçağın ucuna, burnuna bakmaya çalışırım. Bu merak yüzünden, bir keresinde az daha kafam körüğe sıkışıyordu, bereket imdadıma hostes ile host yetiştiydi.

Geçtiğimiz kurban bayramında ilk defa hanım köylü olmak zorunda kaldım. (Çankırılı'ya yakışmaz) İzmir'den Samsun Çarşamba havaalanına uçakla, oradan da Ordu’ya karayolu ile seyahat edecektik.

Samsun Çarşamba havaalanına sağ salim indik, çok şükür. Sağımızda solumuzda uçaklar dizi diziydi. İşte o an ben bünelek tutmuş gibi gıyır gıyır gıyırdamaya başladım. 

Pencere kenarında ki kızıma seslendim.
“Ilgaz, şu uçağın burnunun ucuna bakar mısın, adı neymiş?” dedim.

Ilgaz, “göremiyorum babacığım” dedi.

Bir türlü kurtulamamıştım “Çankırılılıktan.” Ucuz olsun diye yine tekerlek üstüne bilet almıştım. Uçağın kanadı önümüzü kapatıyordu, dışarıyı tam göremiyorduk. 

Elimde iki çanta, arkamda sonradan olma (ama içinden) iki Çankırılı ile oflaya puflaya indim uçaktan. Bu sefer körük yoktu, merdivenden direk aprona inmiştik, önce indiğimiz uçağın ucuna doğru baktım, ”tüh yine denk gelmedi” diye geçirdim içimden. Merakımı bir türlü yenemiyordum. Biraz daha ilerleyince, indiğimiz uçağın burnundan yandaki uçağın ucuna doğru baktım. 

Birde ne göreyim!

Aman Allah’ım ! İşte yıllardır aradığımı bulmuştum...

Elimdeki çantaları meydana küt! diye bırakıp seyirtmeye başladım. Bir yandan da Ilgaz’a bağırıyordum.

“Ilgazzz.... Ilgazzz... çabuk fotoğraf makinesini çıkar” diye.

Benim bu koşuşturmamı gören havaalanı güvenliği de benim peşime düşmemişler mi? Buldumcuk olduğumdan ben farkında değildim.

Hastalığımı bilen eşim:

"Bırakın, bırakın zararsızdır. Yıllardır arıyordu; aradığını buldu, gayesi fotoğraf çektirmek, terörist felan değil, uçağa zarar ziyan vermez” demiş. Bereket inanmışlar, ardımdan koşturmayı bırakmışlar.

İşte o an muradıma ermiştim, dünyalar benim olmuştu, ahdetmiştim, cehdetmiştim ve sonunda emelime nail olmuştum.

Ucunda Çankırı yazan uçağın altında bol bol poz verdim, Ilgaz’'a;

Ilgaz fotoğracılığın mektebinde okuyordu, çeksindi artık, Çankırı Uçağı ile babasının mutluluk hatırasını.

Tekerini okşadım, kuyruğuna elledim, merdiveninde oturdum, kokpitine doğru sıçradım.

Ve o anda, o arife akşamı, Çarşamba Havaalanında, burnunun ucunda gümüş hızma gibi duran, “Çankırı” yazısı ile;

O ve ben bahtiyardık...

Ve ben hiç bu kadar bahtiyar olmamıştım. 

Hayal değil bu..!

İşte bahtiyarlığım fotoğrafı...