31 Ekim 2015 Cumartesi

ODUN!

Elekçi İbram Handırı’dan kestiği odunları eşeğine yüklemiş, İmaret’ten yukarı, Odun Pazarına doğru giderken, mukallit Kengrilinin biri önünü kesmiş; "Elekçi yükün nedir?" diye sormuş.
Elekçi İbram, "odun" demiş. Kengrili, "ben sana godum" diyerek elekçi ile eğlenmiş.
Bir gün Elekçi İbram, bu mukallit Kengrilinin, dik kulaklı şeer eşeğinin iki yanına sardığı, yükünden dolayı gıcır, gıcır gıcırdayan ‘heyleri” yüklemiş, Uzunyol’dan İmarete doğru geldiğini görünce hemen yanına gitmiş;
"Efendi ağa yükün nedir" diye sormuş.
Kengrili kendinden emin, bıyık altından gülerekten; "Karaköprü Hıyarı" demiş.
Elekçi İbram, "ben sana godum" diye cevap vermiş.
Kengrili, "e elekçi hiç uydu mu?" deyince.
Elekçi İbram cevabı yapıştırmış, "uysa da godum, uymasa da godum"

Bu meselin kıssadan hissesi;
Hani bir zamanlar birileri, “odunu aday yapsam seçtiririm” demiş ya, işte bu günlerde de, memleketin birinde birileri de odunun cinsine, cibilliyetine bakmadan.
"Kestane, gürgen, palamut altı yaprak, üstü bulut. Gel burada sen derdi unut, orman ne güzel, ne güzel", demeden.
Kimselere sormadan soruşturmadan, içi boş, esnek, yer yöne kıvrılan ve de kıvıran, arsız, her yerde biten "osuruk" ağacını aday göstermek istermiş.
Şehrin ileri gelenleri ve de önde gidenleri; "Aman beyefendi hiç olur mu, ‘osuruk’ ağacından aday?" demişler.
Beyefendi; "Diğerleri odun da bu odun değil mi? Bunun neyi eksik?" diye sormuş ileri gelenlere ve önde gidenlere.
Beyefendi devamla, “Siz odunun cinsini, cibiliyetini, benim seçtirme yeteneğimi, onu bunu boş verinde, siz bu odunu seçiyor musunuz, seçmiyor musunuz?
Siz ‘gocuklu celep kaldırınca sopasını’ sürüye katılanlardan mısınız?
Onu bana diyiverin hele bi yol" demiş.
Uydu mu?

Merak edene:
Bu meselde anlatılanlar tamamen hayal ürünüdür, hayal edilmiş olmaları gerçek olmadıkları manasına gelmez, sadece hayal edilebilir olduklarını gösterir
Mukallit: Taklitçi

3 Ekim 2015 Cumartesi

Elekçi açılımı!...

14 Mart 2010 Pazar günü, İstanbul’da yapılan “Roman Açılımına” Sayın Başbakanımızın davetlisi olarak, Çankırı Elekçileri Platformu Başkanı olarak katıldım. En ön sırada, kameraların beni görebileceği bir yerde sabahın erken saatlerinde yerimi aldım.

“Elekçilik Bir Meslektir. İlbay Paşalık Meslek Değildir”“Elek, kalbur, gözer. Yaşasın Elekçiler” yazılı pankartımı salonun en görünen yerine astım.

Başbakanımız, Abdi İpekçi Spor Salonunda yapılan “Roman Buluşması”ndaki konuşmasına, “Sevgili Roman kardeşlerim, değerli vatandaşlarım, can yoldaşlarım, hepinizi gönülden muhabbetle selamlıyorum.

Türkiye'nin dört bir yanından Eskişehir'den, Kırklareli'den, Tekirdağ'dan, Edirne'den, Düzce'den, İzmir'den, Sakarya'dan, Kocaeli'den, Bursa'dan, Adana'dan, Çankırı'dan, Kilis'ten, Ankara'dan, diğer tüm illerimizden, İstanbul'umuzun değişik semtlerinden hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” dedikten sonra, “Elekçi kardeşlerimi ayrıca selamlıyorum” diyerek, biz Çankırılılara olan muhabbetlerini özenle vurgulayarak başladı.

İlleri sayarken sıra Çankırı’ya geldiğinde Sayın Başbakanla göz göze geldik. Benim gözlerimden iki damla yaş süzüldü. Bu güne kadar gelen başbakanlar, bakanlar ve hatta valiler “biz elekçilere” hep buçuk muamelesi yapmıştı. İlk defa bir başbakan bizi adam yerine koyuyordu. Bundan sonra, Çankırı’da görev yapan bürokratlar bize “buçuk” muamelesi yapamayacaklar. Yaptığımız eleştirileri dikkate alacaklar, hazmedemedikleri eleştirilerden, yazılanlardan sonra, soyumuzu, sopumuzu, aslımızı, faslımız araştırmaya, soruşturmaya kalkamayacaklardı. Halbuki onlar bilmiyordu, “Tencere dibin kara, seninki benden kara” idi.

Açılım sonunda Sayın Başbakanla baş başa yaptığımız özel görüşmede, öncelikle ilimizin sorunlarını maddeler halinde dile getirerek ve yazılı olarak kendilerine takdim ettik.

Sayın Başbakana elden ilettiğimiz dilekçemizde değindiğimiz bazı konular şunlardı.

Çankırı’ya tayin olan bürokratların, havasından mıdır, suyundan mıdır nedendir bilinmez; Yaran kültüründen gelen kuru nezaketlerinden dolayı seslerini fazla çıkaramayan biz elekçilerin başına, padişah, kral kesildiklerini, hort-zort ettiklerini, iş yapmayıp yapıyormuş gibi göründüklerini, Çankırılıya Çankırı propagandası yaptıklarını, söyledik.

Başbakanımızın, fakir-fukaraya, garip-gurebaya dağıtılmak üzere gönderdikleri kömüre sahip çıkamadıklarını, çaldırdıklarını söyledik. Sayın Başbakan bunu duyunca çok sinirlendi, burnundan soluyordu, yanındakilere talimat vererek bu konunun takip edilmesini ve en kısa zamanda, tez elden gereğinin yapılmasını emretti.

Çankırı’da eğitimin olmadığını, okullarda eğitim dışında her türlü kirliliğin olduğunu, turizm, sanayi ve tarımda hep geri kaldığımızı, yollarımızın, köylerimizin içler acısı halini genel manada ilettik.

Başbakanımızın, Çankırı’ya tayin ettikleri bazı bürokratların, bu eksiklikleri, yoklukları gidermek, çalışmak yerine, zevk-ü sefada, davetten davete, “caba gövecinin” başından hiç ayrılmadıklarını, gündüzleri “okey” oynayarak, akşamları bahçede besledikleri “oynak güvercinleri” yemleyerek, Yıldız Tepe’de, Ilgaz'da ski (kayak) kayarak, “ciğerci kedileri” ile dedikodu yaparak vakitlerini geçirdiklerini ve de biz "elekçilerin" umudunun her yeni kararname ile tazelendiğini ilettik.

Son olarak, açılıma katılanlara verilen 100 TL yol harcırahının (yolluğun), diğer illerden gelenlere valiliklerince ödendiğini, biz Çankırılı "elekçilere" bu harcırahın vilayet tarafından ödenmediğini, konunun araştırılmasını arz ettik.

Sayın Başbakanımız, biz Çankırılı "elekçilerin" sorunları ile bizzat ilgileneceklerini, bürokratlara da gereken uyarıyı yapacaklarını, “Bu ülkede hiç kimsenin, hiç kimseye buçuk muamelesi yapamayacağını” ve son olarak da, “Nush ile uslanmayana ederiz tekdir” diyerek, tüm "elekçilere" selamlarını iletmemizi istediler.

Sayın Başbakanımıza biz "elekçilerin" sorunlarıyla yakından ilgilendikleri için çok teşekkür ediyoruz.
Başbakanımızın başlattığı “elekçi açılımının” önümüzdeki günlerde, Çankırı bürokrasisindeki yansımalarını da merakla bekliyoruz.

Çankırı Elekçileri Platformu Başkanı
İbrahim Zencirci

Elekçi İbraam düşmüş Kengri yoluna ve...

Karşıdan gelir beş eşek, beşi de bez yüklü boz beş eşek
Biri bizim Tuz Mağarasındaki kadrolu meşhur boz eşek.
Diğeri şeerin arpası bol gelmiş boz eşek.
Geri kalanı Ünür’ün küfürbaz eşeği ile Boyalca’nın kibar boz eşek
Hepsi eder beş boz eşek.

Elekçi İbrahim eşekleri dehlemeye başlamış.
Deh çüş, deh çüş, deh çüş, büürrr…

Cam lahit içinde sergilenen kadit olmuş iki yüz yıllık eşeği ile meşhur olan memlekettin başında son yıllarda öyle bir derdi varmış ki, Mevla’m böyle bir derdi başka şehirlerin başına vermesin.













Bu memlekette ticaret ve sanayi yokmuş ama odası başkanı varmış. Bu memlekette deniz yokmuş ama odası başkanı varmış. Hemi de kurucu başkanmış bu başkan, diğerlerine de benzemezmiş her nedense. Bu memlekette mektep, medrese varmış, bu mektep medresenin hocası hacı varmış ama talebesi, okuyanı yokmuş, kaydını yaptıran talebe bir daha gelmemek üzere ardına bakmadan kaçar gidermiş bu memleketten.

Bir de bu memleketin, gezilecek görülecek turisttik yerleri varmış, ama nedense tek bir turist bile bu memleketin kıyısından geçmezmiş.

İlbay paşalar, İlçebaylar, şehreminleri, baş ağalar, yaren ağaları ve dahi yaren oğlanları, vekil vükela ve hatta cahil cühela takımı yaran ocağında toplanmış, kara kara düşünmeye başlamışlar. Tuz mağarasını turizme açacağız diye “Ta Polonyalara, Romanyalara kadar gittik, yok mudur, kurtaracak bahtı kara Kengri Livasını” diye hayıflanmaya başlamışlar.

Cahal Cühela Tekkesi'nin Pir'i; “Erenler, ben sizin derdinize derman olacak kişiyi tanıyorum, isterseniz onu çağıralım” demiş. Heyetin başı olan İlbay Paşa söz almış; “aman Pir hazretleri, sen amanı bilir misin? Kim ola bu derdimize derman olacak kişi tiz söyleyin, kırmızı dipli mumla davet çıkaralım” demiş.

Cahal Cühela Tekkesi'nin Pir’i; “Bizim tekkenin zahitlerinden Elekçi İbram namlı birisi var, sizin derdinize bulsa, bulsa ancak o çare bulabilir” demiş.

“Bu elekçide ne gibi bir keramet ola ki erenler” diye hazırunda bulunanlar sual eylemiş.
Cahal Cühela Tekkesi'nin Pir’i; “siz hele bir çağırın gelsin, söyleyin hempalarını da alsın gelsin. Onun elinde öyle bir sırlı ayna var ki yüzünüze tuttuğunda, tüm dertlerinizin çaresini görebileceksiniz. Keramet Elekçi de değil elindeki aynada, ellam” demiş. 

İlbay Paşa özel dolmakalem müdürüne emretmiş; “Tez çağırasınız Elekçi İbram efendiyi, hiçbir masariften kaçınmayın, buyursun, hempalarını da alsın gelsin” demiş.

Özel dolmakalem müdürü; “Ama beyefendi, bu Elekçi bildiğiniz adem oğullarına benzemez, sağı,solu belli olmaz adı üstünde elekçi işte. Başbakanın bile huzuruna, ‘Elek, kalbur, gözer. Yaşasın Kasnakçı ve Elekçiler’ yazılı koskoca bir pankart açmıştı, haşa huzurdan. Bu elekçi dur durak bilmez, önüne geleni kapar, ardına geleni teper, ağzına geleni söyler” demiş.

İlbay Paşa; “Ne yapalım, huysuz, geçimsiz bir âdemin eline düştük, ne çare ki derdimizin dermanı onun elindeki sırlı aynadaymış, başka çaremiz kalmadı, tez çağırasınız” diye yinelemiş sözlerini.
Valilik lojmanının bahçesindeki, eski İlbay Paşa'nın güvercinleri ile haber salmışlar; Elekçi İbraam’a.
Taklacı oynak güvercin, uçmuş gelmiş İbraam’ın omzuna konmuş ve eğilerek kulağına fısıldamış. “Kengri Sancağı İlbay Paşası seni çağırıyor. Ayağını tez tut kızdırma İlbay paşayı, sonra karışmam” demiş.

Elekçi İbraam eşekleri dehlemeye başlamış, "deh çüş deh çüş" derken; bi yandan da türkü çığırmaya başlamış.

çubuğuna lüleyim
yar yüzüne güleyim
sen kapıdan geçerken
ben başına belayım (le le ibram oy)

oy lele lele ibram oy
hey lele lele ibram oy
sarılıda yazma kirazdan
bakma kurban ben olam
gelirim ben birazdan
le le le ibram oy

karşıda herk otlanır
bu derde kim katlanır
ikimizin derdinden
havalar bulutlanır

oy lele lele ibram oy
hey lele lele ibram oy
sarılıda yazma kirazdan
bakma kurban ben olam
gelirim ben birazdan
le le le ibram oy

(Kırşehir Türküsü)

1 Ekim 2015 Perşembe

"BİZİM EROL'UN" ASKERLİK HİKAYESİ


Ömer Gökmen Arşivi
Bizim Erol sürekli babasına evlenmek istediğini söylüyor. Babası başından savmak ve askerliğe elverişli olmadığını düşünerek; "oğlum herkes askerlikten sonra evleniyor, sende askerliğini yap gel bakarız çaresine" diyor.

"Erol Askerlik Şube Başkanı (Albay)a her gün" ben ne zaman askere gidecem?" diye soruyor, artık herkese gına geliyor, şube başkanı gönderin şunu diyor. (yukarıdaki olay biraz hafif kaçmış) Askerde Erol'u çok dövmüşler ama öğretmişler. Kahvenin (Çırçırın kahve) önünde uygun adım, yat kalk, sürün, künye vs. anılarını bire bir anlattı" (Bu paragraf Nuri Erkenci katkıları ile eklenmiştir)

Yanılmıyorsam 1978-1979 yıllarında nasıl oluyorsa oluyor Erol askere çağrılıyor. Acemi birliği olarak Amasya ya gönderiliyor. Acemi birliğinde asteğmen olarak görev yapan ve daha önce Çankırı'dan Erol'u iyi tanıyan Çankırılı asteğmene, askerler yeni bir hemşerisinin geldiğini söylüyorlar.

Bunun üzerine toprağı ile tanışmak için kendisini çağırınca bir de ne görsün karşısında; Parkanın düğmeleri yukarı aşağı iliklenmiş, postal bağları yerlerde."Bizim Erol" değil mi?

Çankırılı Asteğmen;"Erol sen burada ne arıyorsun? Hangi bölüktesin?" diye sorunca. Erol;"Ahâ işte askerlik yapıyoruz, ben çay içilen televizyon seyredilen bölükteyim" diyor.

Bunun üzerine asteğmen; "oğlum bütün bölüklerde çay içiliyor" diyor. Erol'un özel durumunu bölük komutanına bildirmek için, onu getiren erlerle beraber bölüğüne kadar gidiyorlar.

Erol bu arada toprağı asteğmene yakınıyor. "Asker de her şeye kızıyorlar, pisküvit yiyorum diye dayak atıyorlar. Bu nasıl iş anamadım, anasını satıyım" diyor.

Asteğmen bu konuyu arkadaşlarına sorduğun da işin aslı anlaşılıyor. Meğerse "Bizim Erol" içtimadan önce bisküvileri ufalayıp parkanın cebine dolduruyor. Komutan içtima alırken de bunları yiyormuş.

Erol'un özel durumunu öğrenen bölük komutanı rapor için hastaneye sevk ediyor. Heyet daha önce verilmesi gereken raporu vererek, Erol'un kısa askerlik macerasını sona erdiriyor.

Askerliğin tüm zorluğuna(!) rağmen ve babasının sözünü unutamayan Erol'un bu iş hiç hoşuna gitmiyor. Bu nedenle komutana ileri geri söyleniyor. Bu sürede Erol'u tanıyan komutan; "Hay seni gönderen askerlik şubesinin ......" diyor.

Bunun üzerine Erol da; "Ben askerlik şubeme laf söyletmem, ben de senin ........" diye komutana küfürlü cevap veriyor. (Biz Erol'un yalancısıyız :)) Sinirlenen komutan, "biran önce alın başımdan şu adamı" diye bağırıyor.

Çankırı da bir süredir ortada görünmeyen Erol yeniden ortaya çıkıyor. Tanıyanlar merakla Erol'a nerelerde olduğunu soruyor.

O da askerde olduğunu, askerliğinin bittiğini söylüyor. Fakat bu arada " izin de kullanamadık, yandı a... k....." diyerek hayıflanmadan da geri kalmıyor. O günden sonra da evlilik konusunda babasının başını sürekli "ağrıtıyor"

"Bende Cırcırın Kahvesin de duymuştum . Erol askere gider tabi kimse ne olduğunu bilmez. Erol'u döverller gitiğinde o da hep küfür eder. Baş çavuş memleketini sorar ÇANKIRILI olduğunu duyunca bölük komutanına götürür oda Çankırılıdır ve Erol'u tanır tabi korumaya alır, gönderenlere kızar hastane raporu çıkarttırır ve Erol'dan elbiselerini çıkartmasını sivil elbisesini giymesini askerliğini bittiğini söylerler ama bizim Erol bu elbiseler bana verdiler diye vermez, çıkartmak istemez. Komutan sever ikna eder, Çakırı da ki evinin adresini verir, "annem sana benim elbiselerden verecek" der gönderir. 


Tabi Erol Çankırı'ya gelince komutanın annesinin kapısına dayanır olanları annesine söyler oda emin olmak için oğlunu arar durumu öğrenince oğlunun gelince giydiği takım elbiselerden verir gönderir. O zamanlar Erol'un giydiği kahverengi bir takım elbisesi vardı kendisine büyük geliyordu bu takımı buna kim vermiş deyince anlatmışlardı." (Bu iki paragraf, Mustafa Akdağ'ın katkıları ile eklenmiştir)

Ve Erool askerden döner... Tezkere sonrası, dostları ile birlite...
Tuğrul Sıdar, Ömer Gökmen, Halim Hıcıplı, Şahap Erbil, Hürrem Dolay, EROOL ve Muharrem Dörtkaşlı ile birlikte.
(Şahap Erbil Arşivi)


Not: Hikayedeki “Çankırılı Asteğmen” Matematik Öğretmeni Hasan Çiçek ağabeyimizdir. Bu hikaye

Mehmet Çiçek ile birlikte kaleme alınmıştır. Nuri Erkenci ve Mustafa Akdağ'a katkılarından dolayı teşekkürler.

Erol’un askerlik hikayesi, ilk defa 18.03.2006 tarihinde, www.cansaati.org da yayınlanmıştır.